Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası

03.01.2025 medyascope.tv

3 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. 2025’in ilk ‘Haftaya Bakış’ında karşınızdayız. Kemal Can Ankara’da Medyascope stüdyosunda. Konuşacağımız konu ağırlıkla tabii ki yeni çözüm süreci olacak. Her ne kadar Devlet Bahçeli, “Bu, çözüm süreci değil,” dese de çözüm süreci olduğu ortada diyelim. Kemal, merhaba. İyi yıllar öncelikle.
Kemal Can: Evet. Herkese iyi yıllar.

Ruşen Çakır: Ankara'yı özlemiş misin?
Kemal Can: Tabii. Ankara, hayatımın uzun bir dönemini geçirdiğim ve bende önemli izleri olan bir yer. Ama her seferinde de biraz yabancılık çektiğim, daha da yabancılaştığını hissettiğim bir yer. Onun için duygularım biraz karışık.

Ruşen Çakır: Sen bile Ankara'ya mesafeli olduysan gerçekten olay ciddi demektir.
Kemal Can: Ben mesafeli olmadım, sanki o mesafeyi arttırıyor gibi.

Ruşen Çakır: Öyle olsun bakalım. Kemal, konuşacak çok şey var. Çünkü bizim 2024’teki son yayınımızdan https://medyascope.tv/2024/12/27/asgari-ucret-ve-chpnin-tavri-video/ sonra çok şey oldu. DEM Parti'den iki isim; Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan cumartesi günü İmralı'ya gitti. Pazar günü Öcalan'la görüşmenin notlarına dair açıklama yapıldı. DEM Parti dün ilk ziyaretlere başladı; Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve ardından Devlet Bahçeli ile görüştü. Hafta başına da diğer partilerle ilgili görüşmelerin randevu saatleri verildi. Bugün, Meclisteki partilerin içerisinde bir tek İYİ Parti’den Müsavat Dervişoğlu sert bir açıklama yaptı ve ‘’Biz kapımızı açmıyoruz’’ dedi sonuçta. Müsavat Dervişoğlu’na gelmeden önce İYİ Parti'de Kürşad Zorlu parantezi açalım. İYİ Parti’nin milletvekili sayısı 30'dan da aşağı indi. Kürşad Zorlu da uzun bir metinle istifasını açıkladı. Dikkat edersen İYİ Parti’den ayrılanlar genellikle bir A4 sayfası büyüklüğünde metinler yazıyorlar ve sert bir eleştiri yapmaktan kaçınıyorlar. İstifa metnini yumuşak bir ifadeyle, “Ben gidiyorum. Size kolaylıklar” minvalinde yazıyorlar. Kürşad Zorlu'nun İYİ Parti’ye alındığı tarihi hatırlıyorum. Meral Akşener'in akademiden transferiydi. Partide hızlı bir şekilde çok önemli yerlere geldi, parti sözcüsü oldu ve şimdi de gitti. Bugün İsmail Saymaz AK Parti'ye geçeceğini yazmış, öyle bir iddia dolanıyor. Benim duyduğuma göre de CHP'ye geçmek istemiş fakat CHP'de kabul görmemiş, bilemiyorum. Bazı kişiler için o olmazsa ötekisi de olabiliyor tabii.
Ama bu meselede iki boyut var: Bir, insanlar İYİ Parti'den niye gidiyor? Devamı gelecek mi? Ki geleceğe benziyor. Hep bunu konuşuyoruz zaten. İYİ Parti'den her istifanın ardından ‘’herhalde devamı gelir’’ diyoruz. Peki, İYİ Parti nasıl yapacak, yani böyle sürekli milletvekili kaybederek nereye doğru gidecek? İYİ Parti ve Kürşad Zorlu olayını nasıl yorumluyorsun?
Kemal Can: Olayın iki boyutu var. Bir İYİ Parti’yle ilgili tarafı var, bir de geçen hafta da konuştuğumuz gibi, yine İYİ Parti'den istifa ve AKP'ye geçiş vardı. Sonra yine söz konusu olan bir başka istifa daha vardı. Gelecek Partisi’nden de istifa olmuştu. Dolayısıyla, meclis aritmetiğini değiştiren bu hareketlilik devam edecek. Hatta önümüzdeki günlerde, AKP'ye tek tek gelişler yerine, bu kongre sürecine yakın zamanda toplu katılım havasında bir şey olabileceğini de konuşmuştuk.

Ruşen Çakır: Evet o konuda bayağı bir şey söyleniyor. Özellikle geçen hafta da konuştuk, şubat sonunda, kongrede AKP’ye bayağı bir katılım olması bekleniyor.
Kemal Can: Evet, işin böyle bir tarafı var. Bir de tabii senin bahsettiğin gibi İYİ Parti’yle ilgili bir tarafı var. İYİ Parti'nin kuruluş süreci, kuruluş sürecinden sonra vitriniyle ilgili düzenlemeler, Meral Akşener'in orada kişisel olarak çok belirleyici bir konum elde ederken, politik netliği sağlamayarak yarattığı bir tuhaf görüntü vardı. Farklı görüşlerdeki insanlar, partiye bir nevi eklemleniyordu ve ana bağlayıcı da Akşener’di. Şimdi Akşener'in olmadığı bir pozisyonda hem ideolojik politik mensubiyet konusunda son derece zayıf olan yapı mevcut kadroları tutmakta zorlanıyor hem de kimi ikbal derdiyle, kimi politik kaygılarla, kimi başka meselelerle yeni kapılar aramaya yöneliyor. İYİ Parti, 2023'ten itibaren, aslında 2023 seçiminin bile öncesinden itibaren, bir pozisyonlanma problemi yaşamaya başladı. Muhalefet blokunun en belirleyici, CHP’yle neredeyse denklik talep edecek kadar güçlü bir parçasıyken, önce malum ‘’masa’’ ve adaylık tartışmalarıyla bir sorun yaşadı, sonra gitti geldi. 2024'te tamamen, özellikle CHP'yi karşısına alarak bir kampanya yürüttü. Bütün bunların hem seçmen düzeyinde hem kadrolar düzeyinde kafa karıştırıcı etkileri oldu ve onlarla baş etmekte zorlandı.
Ama çok daha önemlisi, İYİ Parti'nin temel sorunu, kendisini diğer partilerden ayrıştıran ana unsurun ne olduğu ve bundan sonra politik olarak hangi çizgiyi savunarak devam edeceği konusundaki netliği üretememesi. 2024'te bu bocalama çok sert biçimde cereyan etti. Çünkü bir yandan yerel seçim kampanyasında, bu ‘DEM’lenme söylemi üzerinden, MHP’yle ve AKP’yle çok benzer bir pozisyon aldı. Yani ‘’muhalefete muhalefet eden’’ bir pozisyon aldı ama bir yandan iktidarla ortak da değildi. Şimdi bunun değişeceği yeni bir zemin oluşuyor. 2024 itibariyle İYİ Parti o merkez sağ iddiasını hem performansıyla hem kadrosuyla hem de söylemiyle dolduramadığı için, milliyetçi bir parti olarak tutunmaya çalıştığı bir alana çekildi. Bu alanda devam etmesini zorlaştıran temel meselelerden biri de yine MHP’yle farkını ya da diğer milliyetçi partilerle farkını ortaya koymaktaki sıkıntıydı.
Biraz sonra konuşacağımız bu çözüm süreci meselesi, bu konuda bazıları için fırsat, bazıları içinse politik risk oluşturan bir imkân gibi değerlendirildi. Hatırlarsan, Bahçeli'nin çıkışından hemen sonra en sert ve en köşeli reaksiyonu Müsavat Dervişoğlu verdi. Kürsüye çıkıp, Bahçeli'nin daha önce 2007'de Erdoğan'a attığı ipi bu sefer o Bahçeli'ye attı. Ama Bahçeli buna çok ilginç bir cevap verdi. O ipi aldı ve odasında sergilemeye başladı. Bir özgüven gösterisi olarak da hiç geri adım atmadan, hatta süreci cesaretlendiren ve hızlandıran bir aktör olmaya devam etti. Önümüzdeki süreçte şimdi bu görüşmeler trafiğinde de anlaşılan o ki İYİ Parti, bu sürecin yarattığı kafa karışıklığı içerisinde, reaksiyon odağı olarak milliyetçi reaksiyonu, milliyetçi tepkileri toparlayabilecek bir pozisyona çekilerek varlığını garanti altına almaya niyet ediyor.

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla Zafer Partisi’yle yarışacaklar, öyle gözüküyor. MHP’yle görüştü zaten. AK Parti'den Erdoğan'la değil de grup başkanı ve grup başkan vekilleriyle görüşecekler. Gelecek Partisi’ne, Saadet Partisi’ne, DEVA Partisi’ne gidiyorlar. Yeniden Refah Partisi de var tabii. Bir diğer husus, CHP’yle görüşmelerinin henüz belli olmaması. CHP’yle görüşecekleri kesin, ama anladığım kadarıyla Özgür Özel Ankara dışında olduğu için CHP’yle görüşme henüz netleşmemiş. Herhalde Salı veya çarşamba günü de CHP’yle görüşecekler. Sonuçta, Mecliste bir tek İYİ Parti
Kemal Can: Bir de henüz Mecliste olmasa bile Yavuz Ağıralioğlu ve Zafer Partisi ve diğer…

Ruşen Çakır: Yavuz Ağıralioğlu’ndan görüşme istediler mi emin değilim.
Kemal Can: Hayır o kendiliğinden ‘’Biz muhatap almayacağız’’ diye bir açıklama yaptı. 

Ruşen Çakır: Evet sonuçta görüşmeyen üç tane parti kalıyor ama onun dışındaki partiler, en azından görüşüyorlar. Görüşüyor olmaları, sürece aktif destek verecekleri anlamına gelmiyor zaten. Orası çok anlaşılır bir şey. Şunu sormak istiyorum: Sen Tanıl’la (Bora) beraber yıllarca ülkücü hareket üzerine çalışmalar yaptınız. Bu hareketin tarihsel boyutunu da çok iyi biliyorsunuz ve bu hareketin içerisinde, bu hareketin dinamiğinde, bu PKK karşıtlığı, bölücülük karşıtlığı, terör karşıtlığının ne kadar önemli bir yer oluşturduğunu da biliyorsunuz. Şimdi normal şartlarda böyle bir tarihsel geçmişe bakıldığı zaman, Bahçeli bir tür intihar ediyor ve diğerleri de bundan çok büyük ekmek çıkaracakmış gibi duruyor. İlk bakışta öyle, değil mi? Bahçeli kalktı Öcalan'ı muhatap aldı. Sonra gitti Pervin Buldan, Ahmet Türk ve Sırrı Süreyya Önder'i çok da sıcak bir şekilde karşıladı. Onlarla ne konuştuğunu tam olarak bilmiyoruz ama en azından samimi bir ortamda geçtiğini biliyoruz. Şimdi teorik olarak bakıldığında Bahçeli’nin kaybedip, diğer milliyetçi iddialı partilerin MHP tabanını, hatta MHP kadrolarını protesto etmesi, hatta ve hatta MHP'den birtakım milletvekillerinin istifa etmesi gibi şeyler olmuyor. Olacağa da benzemiyor sanki. Buradaki sihir ne, Kemal? Yani ‘’Devlet Bey bu işi yapıyorsa bir bildiği vardır’’ demenin ötesinde ne söyleyebiliriz?
Kemal Can: Son söylediğin küçük bir şey değil. “Bildiği bir şey vardır,” meselesi, birazcık Devlet Bey'in bilgeliği, ama ondan öte, bu ‘’devlet aklı’’ anlatısı içerisinde ya da Mehmet Uçum veya kısmen Hakan Fidan'ın da ima ettiği gibi bir devlet inisiyatifi iması veya öyle bir anlatı, elbette bunu besliyor. Ama senin demin söylediğin ‘’Teorik olarak böyle olması gerekir’’ sözüne itirazım var. Bu söz çok doğru değil. Aslında pratik olarak öyle olacağı varsayılıyor, çünkü bunun başka örnekleri de var. Bahçeli'nin intihar ettiği, birinin koltuk değneği olarak partisine kilidi asıp anahtarı da teslim ettiği konusunda, hatırlarsan, yine tarihsel ve ideolojik gerekçelere dayandırılarak, AKP'yi desteklemeye başlamış bir MHP'nin, artık varlık gösteremeyeceği ve iktidar bloku içerisinde giderek hem sayısal olarak eriyeceği hem de etkisinin kalmayacağı varsayılıyordu. Fakat o öyle gerçekleşmedi. Bahçeli çok uzun bir süre Erdoğan'ı beka tehdidi olarak işaret etmişti. Sonradan, Türk devletinin bekasının gereği olarak Erdoğan'ı desteklemek gerektiği çizgisine geldi. Hatırlanırsa, o zaman yine muhalefet aktörlerinin önemli bir kısmı bunun MHP'nin intiharı olabileceğini söylemişlerdi. Hatta bunun üzerinden MHP tabanına, onları da temsil etme iddiasıyla bir takım mavi boncuklar dağıtıldığını, Kılıçdaroğlu'nun otobüs üstünde Bozkurt işareti yaparak dolaştığını filan da hatırlıyoruz. 2015 sonrası için söylüyorum. Ama öyle realize olmadı. Hatırlarsan, MHP ciddi bir bölünme geçirmiş olmasına, İYİ Parti gibi bir kopma yaşamış olmasına rağmen, son iki seçimde %10 barajının üzerinde tutunmayı başardı. Kendisinden kopan grupların toplamı, MHP'nin toplamı kadar bile oy devşiremedi. Daha önemlisi, iktidar bloku içinde senelerce konuşulduğu gibi, hem politik kararlarda, hem de ideolojik çerçeveyi çizme anlamında çok da belirleyici bir aktör haline geldi.
Şimdi buradaki mesele, o senin söylediğin teorik gereklilik konusundaki yanlış bir algıdan kaynaklanıyor. Evet, tabii ki MHP kurulduğu andan itibaren, 60'ların sonu itibariyle, ağırlıklı olarak Soğuk Savaş’ın, antikomünizm ikliminin reaksiyon aygıtı olarak bir işlev gördü. Dolayısıyla, kitleselleşmesini de büyük ölçüde bu tepkisel potansiyeli çok iyi temsil etmesi ve taşımasıyla sağladı. Ama MHP'nin varlığı bundan ibaret değil. Hem tabanıyla ilişkisi böyle değil hem siyasetle ilişkisi böyle değil hem de devletle ilişkisi böyle değil. Çünkü antikomünizm hadisesi bitip, duvarlar yıkılıp, tarihin sonu geldiği iddiasıyla, 80 darbesi sonrasında, yine MHP'nin bir daha asla kendini bir daha toparlayamayacağı, artık varlık sebebini kaybettiği, dolayısıyla buradan bir şey olmayacağı iddiası yine dile getirilmişti. Fakat daha sonra Kürt meselesi başta olmak üzere, toplumsal değişim dinamiğinden rahatsız kesimlerin tepki potansiyelini çok kolaylıkla içeren ve hatta 90'lı yıllarda kendi coğrafyasını genişleterek, kıyılara, büyük şehirlere de yayılan büyük bir oy patlaması yaşadığını gördük. Yani biteceği varsayılan, artık varlık nedenini kaybetmiş, tepki potansiyeli açısından antikomünizm gibi bir şeyle beslenemeyen bir yapının devam etmeyeceği dile getirildi. Ama önce terör ve Kürt meselesi bağlamında, daha sonra da bunun devamı olan göç reaksiyonlarıyla birlikte, bir pop milliyetçilik dalgasıyla MHP'nin yeniden büyüdüğünü biliyoruz. Ve 1999'da iktidar ortağı olmaya neden olan büyük patlamaya kadar… Sonrasında, erken seçim kararıyla, AKP'nin 20 küsur yıllık iktidar sürecini başlatan yine Bahçeli oldu. O zaman da gene MHP'nin biteceği söylenmişti. “Buradan artık çıkabileceği bir yer yok. Çünkü artık AB sürecine girildi. Bu yapının artık buna muhalefet ederek yaşaması çok zor” dendi. Ama çok kısa bir sürede, 2007'ye gelindiğinde, yine %13'leri zorlayan, 2011'de artık neredeyse potansiyel oyunu yeniden geri almış, 2015'te de %13’lere, %14’lere, hatta tekrar %16'ya kadar tırmanma istidadı göstermiş bir yapıya dönüştü. Sonra iktidar ortağı oldu, yine biteceği söylendi, ama yine toparlandı.
Dolayısıyla, milliyetçiliği ve MHP'nin bu milliyetçilikte temsil kabiliyetini çok konjonktürel dalgalanmalarla kolayca yorumlamak bizi doğru sonuçlara götürmüyor. Bunu birkaç kere ve çok farklı dönemlerde gördük. Şimdi de Bahçeli çıkıp, “Öcalan Mecliste DEM grubunda konuşsun” dediğinde, ilk yorumların tamamı, MHP'nin oyunun yerlere ineceği ve ip atan o milliyetçi blokun birdenbire büyük bir patlama yapacağıydı. Şimdi henüz bu sürecin seçmen üzerindeki etkisini tam ölçebileceğimiz bir tablo yok, biraz zaman gerekiyor. Hatta seninle geçen hafta da daha önceki haftalarda da AKP'nin ve Erdoğan'ın, Suriye'deki gelişmelerle birlikte, Suriye'deki meseleyi bir yeni hikâye kurma aracı hâline dönüştürme niyetini zaten konuştuk. Ve bunun içerisinde, Bahçeli'nin çok mühim bir aktör olarak önemli bir popülarite kazandığını da görüyoruz. Bugün Ahmet Türk bile Bahçeli övgüsü yapıyor. Tersi daha çok dikkat çekiyor. 

Ruşen Çakır: O övgünün başı, Bahçeli'nin Ahmet Türk övgüleriyle başladı biliyorsun.
Kemal Can: Tabii ama bir mütekabiliyet, bir karşılık üretmiş durumda. Yani mesele platonik olmaktan çıkmış durumda.

Ruşen Çakır: Dün yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/01/02/artilari-ve-eksileriyle-yeni-cozum-sureci-video/ da söyledim. Şöyle bir fotoğraf var. Fotoğrafta Devlet Bahçeli var. Adı üstünde, devlet yani. Bir tarafta, kocası yıllar önce derin devlet tarafından kaçırılıp öldürülmüş, yıllarca siyasi partileri kapatılmış edilmiş Pervin Buldan var. Bir tarafta Sırrı Süreyya Önder var; 12 Eylül'de ve sonrasında milletvekiliyken de defalarca devlet tarafından içeri atılmış birisi.
Kemal Can: Daha önemlisi, Sırrı Süreyya Önder bir önceki çözüm sürecindeki etkisi yüzünden yargılanmış biri.

Ruşen Çakır: Evet. Bir de Ahmet Türk var. Hem milletvekiliyken hapis yattı hem de Belediye Başkanlığı üç kere elinden alındı. Yani bunlar doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hedef tahtasında olan, öne çıkmış üç isim. Devlet deyince de ilk aklımıza gelen isimlerden olan Devlet Bahçeli ile yan yana bir fotoğraf veriyorlar. Bu acayip bir şey. Ben buradan ne çıkacağını bilmiyorum. Bir de Ahmet Türk’ün Devlet Bahçeli’ye kehribar tespih hediye etmesi gibi detaylar da var. Ayrıca biliyorsun Devlet Bahçeli’nin muhabbeti çok kibardır. Çok memnun da kalmışlar. Sanki gerçeküstü bir sahne gibi.
Zaten burada şöyle bir sorun var: Bahçeli buna ‘süreç’ demiyor ama adı süreç, bu yeni sürecin olma ihtimalini çok görenler, bu iki ucun o kareye girmesini referans gösteriyor. Yani ‘Devlet Bahçeli ve Ahmet Türk aynı karedeyse demek ki burada bir şey olur’ diyenler de, ‘olmaz’ diyenler de aynı kareyi gösteriyor; “bunlar herhangi bir şekilde anlaşabilir mi?” diyor. Çok garip bir sürecin içerisindeyiz. Mesela Öcalan görüşmesinden sonra yapılan açıklamaya hiç şaşırmadım. Metnin kendisinde mesela Kandil'e doğrudan hiçbir gönderme olmaması dikkatimi çekti. Ya da Suriye bir kere geçiyor, ama Rojava dedikleri Fırat'ın doğusuna doğrudan bir gönderme yok. Bir ‘’paradigma’’ lafı var. ‘’Değişen paradigma’’ derken orada kastedilen bu paradigma değişikliğini Bahçeli ve Erdoğan mı yaptı, yoksa Erdoğan ve Bahçeli değişen bir paradigmaya dâhil oldular da Öcalan'ı da mı çağırıyorlar? Bu karışık. Dediğim gibi, Öcalan'dan hareketle yayınlanan metin beni çok şaşırtmadı. Zaten Ömer Öcalan'ın yaptığı açıklamaya benzer, “Ben hazırım, bu konuda yeteneğim var, bu konuda imkânlarım var” demesi çok tekrardı.
Bir de ilginç olan şey şu, ki geçen seferki çözüm sürecinde çok az konuşuluyordu bu mesele. Mesela şimdiden ev hapsi ve genel af konuşuluyor. Hatırlarsan, geçen sefer bunların konuşulduğu oluyordu, ama geçen sefer başka şeylerle uğraşıyorduk. Habur’dan gelenler oldu, ortalık biraz karıştı. Silah bırakma meselesi konuşuluyordu. Ama şimdi burada olay doğrudan Öcalan'ın ev hapsi ve genel af gibi bir şeyle başladı. Yani çıta da sanki yüksek. Her ne kadar metinde bu yoksa da, üzerine yapılan tartışmalarda genellikle bu yapılıyor.
Kemal Can: Evet, 2013’le şimdi yaşadığımız şeyin arasında çok önemli farklar var. Ama şöyle bir durum da geçerli: Şu anda asıl olarak süreci başlatan iktidar ve hatta devlet inisiyatifi olmuş olsa da, -aslında 2013'te de öyleydi ama sunumu açısından söylüyorum- çok bariz biçimde iki anlamda da devlet inisiyatifiyle başlamış bir süreçte, 2013'ten farklı olan temel şeylerden biri, 2013'te, asıl olarak iktidar tarafının, toplumu ve tarafları, âkil insanlar hamleleriyle ve başka mekanizmalarla ikna etmeye çalışıyordu. Yani ikna üzerine kurulu ya da iknanın bir enstrüman olarak kullanıldığı, kullanılmaya çalışıldığı bir çaba görüyorduk. Evet, pazarlıklar kapalı alanda cereyan ediyordu, ama o pazarlıklardan çıkacak mutabakatlara genel kamuoyu rızası üretmek konusunda bir çaba vardı. Şimdiki farksa, senin de söylediğin gibi, çok şey konuşuluyor, çok başlık ortaya atılıyor, aktörler daha netleşmiş gibi görünüyor, ama buna karşılık, iknanın bir enstrüman olarak ortada olmaması.
İknanın bir enstrüman olmamasının en temel nedenlerinden biri, bu meseleyi başlatan inisiyatifin, konuyu bir sorun çözümü olarak kurgulamaması. Yani aslında biraz önce işaret ettiğin paradigma değişimini, bir sorunla yüzleşme ve sorunu çözme ya da bunun demokratikleşme veya başka pencerelerde açılımları olan bir mesele gibi konulmaması. Kazanımların korunması ya da belirli aktörlerin inisiyatifinin önünün açılması üzerine kurgulanmış ve büyük ölçüde, işin iyimserliğini DEM Parti’ye ya da Kürt tarafına yükleyen, iyimserliği hem kendi tabanına hem de genel kamuoyuna anlatmakla görevli hâle getiren bir süreç işliyor. Mesela şu anda görüşme trafiği, Öcalan'la görüştükten sonra da partiler turunu yaparak, kamuoyuna verdikleri mesajlarla “İyi bir şeyler için fırsat var gibi. Lütfen buna katkı verin” çabası, büyük ölçüde DEM Parti’ye ihale edilmiş görünüyor. Bahçeli, paradigmanın gereğini çok net biçimde bir talimat olarak ortaya koydu; Öcalan'ın neredeyse ne demesi gerektiğini söyleyerek başladı zaten hadise. Onun dışında, hatırlarsan aktörleri de tarif etti. İmralı'dan DEM Parti’ye bir sürecin başlaması ve bu sürecin nihayetinde de Öcalan'ın bu paradigmaya uygun olarak bir deklarasyon ortaya koyması gibi bir çerçeve koydu.
Diğer taraftan da bu paradigma değişiminin kabul görmesi görevi de sanki DEM Parti’nin üzerine bırakılmış durumda. Yani ortada kendisinin de parçası olduğu bir sorunu çözmeye çalışan bir devlet inisiyatifi yok. Bir sorunun değil, bir durumun, uluslararası konjonktürden, bölgesel dinamiklerden veya Türkiye'nin ihtiyaçlarından yahut Hakan Fidan'ın söylediği gibi tarihin doğru tarafında olma zaruretinden doğmuş bir paradigma değişiminin aktörlerinin rolleri tarif ediliyor. Ve burada, kamuoyuna ve diğer siyasi aktörlere, “Gölge etmeyin, bunun önünde durmayın. Çok da fazla katılmanız gerekmiyor. Katkı verin” deniliyor. Katılımla katkı arasında bir fark var. Kimseden sürece katılım talep edilmiyor, ‘katkı verin’ deniliyor. Ortada 2013’ten farklı olarak şöyle bir durum var: 2013'te CHP-MHP ve o dönemin muhalefetini oluşturan bütün partiler, sürece mesafeli ve sürecin dışında yer alan, sürece eleştirel yaklaşan bir pozisyondaydılar. Şimdiyse, Zafer Partisi ve İYİ Parti’yi hariç tutarsak, CHP başta olmak üzere diğer pek çok aktör de, açıktan peşinen bir takım endişeleri işaret ediyorlar, birtakım rezervler koyuyorlar ama hiçbir ikna süreci yapılmadan, “Biz zinhar böyle bir şeyin kenarında köşesinde olamayız” netliğinde bir tavır takınmayı neredeyse imkânsız hâle getiren bir ortam yaratılmış durumda. Bu tuhaf ve ilginç bir şey aslında. 

Ruşen Çakır: Bahsettiğimiz o milliyetçi iddialı partiler dışında kimse bir şekilde bu trene binmezlik etmek istemiyor. Bir taraftan da trenin nereye gittiği konusunda kafaları net değil. Fakat bir yere gidiyor olabilir açıkta kalmayalım diye… Çünkü çok ilginç bir şey CHP'nin paradoksu. Ben bu konuyu yarın ayrıca yorumlamayı düşünüyorum. CHP karşı çıksa bir dert, kayıtsız şartsız destek verse bir dert. Bir şeyler oluyor. Bir de düne kadar kayyum sürecinde CHP hep DEM Parti'nin yanındaydı. DEM Parti Esenyurt olayında CHP'nin yanındaydı. Özgür Özel Mardin'e gitti ya da ilk anda CHP heyeti Van’a gitti.  Bu arada ‘’Bize ‘DEM’leniyor’ diyordunuz, şimdi siz mi demleniyorsunuz?” diyenler de var.
Kemal Can: Ben de şimdi tam şunu söyleyecektim. Biraz önce sen, “İlginç ve çok çarpıcı bir resim” dedin ya. Duruma mesafeli durmaya çalışan herkes, ‘’Daha iki gün önce başka bir şeydi, şimdi bu resim nasıl veriliyor?’’ diye buradaki çelişkiye dikkat çekiyor. Ama bu tür ilginç resimlerin tutarsızlık ya da eskiyle tezat oluşturması üzerinden kurgulanmış anlatılar, bir yere kadar etkili. Bu bir tutarsızlık görüntüsü olsa bile, acayip resimler, acayip resmi kurgulayabilen inisiyatife her zaman avantaj sağlıyor. Çünkü yeni bir durum, olmayan bir paradigma değişimini bir paradigma değişimi gibi sunabilme imkânını sağlıyor. Şu anda bu süreç başlarken, Bahçeli'nin ilk konuşması çok netti. ‘’Bu iş kimlerle ve nasıl olacak?’’ derken aktörleri de saymıştı zaten. ‘’Çözüm’’ kısmı tamamen boş bir sayfa, ama aktörler ve aktörlerin yapması gerekenler gayet net. Bu inisiyatifte aktörleri netleştirirken ve inisiyatifi elde tutarken, dışarıda bırakılan bütün aktörleri de inisiyatifsiz hâle getiren bir süreç yaşandı. Biraz önce ‘’CHP'nin açmazı’’ dediğin şey, süreç, kayyum meselesinden Esenyurt'a kadar öyle işledi, zaten öyle işlemesi istendi ki orada bazı aktörler, süreç nasıl gidecekse gitsin en azından bir süreliğine inisiyatifsiz hâle geldiler. Kendileri bir inisiyatif üretmeyi beceremedikleri sürece onlara bir inisiyatif önerilmeyecek. Şimdi böyle bir süreç işledi, bunu da görmek lazım.  Bu şimdi çok ince hesap, mühendislik, siyasi mühendislik olup olmadığıyla ilgili bir şey değil. Biraz sürecin dinamikleriyle ilgili bir şey.  Sürecin kendine kurduğu ritim ve yöntemle ilgili bir şey. Bu aslında bir ince mühendislik değil. Bayağı geleneksel bir mühendislik aslında.
İnisiyatifi elde tutmanın iki tane yolu var: Ya sürekli adım atarak, yeni bir durum yaratarak, yeni bir tez ortaya koyarak ya da yeni bir vaatte bulunarak bunu yapabilirsiniz veya bu konuda inisiyatif kurabilecek aktörleri sınırlayıp, diğerlerini inisiyatifsiz bırakarak yapabilirsiniz. Bu süreçte ikinci yol tercih edildi ve inisiyatif verilen aktörlere de bir takım sınırlar çizildi. Şimdi o sınırlara uyup uymayacaklarını göreceğiz, onu henüz bilmiyoruz. Çünkü, “ Tamam. Ben bu yeni duruma ilişkin bir şey yaparım” denilmiş durumda. Ama o bir şey henüz yerine oturmuş değil. Onu bilmiyoruz henüz. Ayrıca iç politik bir mesele olduğu gibi, bunun Suriye’yle ilgili de çok ciddi bir tarafı var tabii. Onu dikkatten çıkaramayız. Çünkü Suriye bir dış politika meselesi değil.

Ruşen Çakır: Tamamen akıl yürütüyorum ama anladığım kadarıyla belli ki bir süredir İmralı'da devletle Öcalan arasında bu olay kotarılıyor. Öcalan tecritteydi ama tecritte olması, devletin onunla görüşmediği anlamına gelmiyordu. Belki de tecridi bu kadar uzatmalarının bir nedeni de o pazarlık sürecinde Öcalan'ı birtakım dış etkilerden uzak tutmayı istemek de olabilir. Bunların tamamen spekülatif olduğunun farkındayım, ama giden heyet, Öcalan'la tartışmadan ziyade, o süreç içerisinde geliştirilmiş ve belki de anlaşılmış bazı noktaları ondan almışa benziyor. Ben öyle tahmin ediyorum. Sonuçta Öcalan, “Hadi bakalım, Bismillah siftah edelim. Siz şunlarla konuşun, bana gelin. Ben size sonra başka açılımlar getireyim” gibi değil sanki. Daha bir takım şeyler hazırlanmış, devlet de hazır diye düşünüyorum. Bahçeli'nin Ekim ayında yaptığı açılımlar, bir sabah kalkıp da, “Öcalan devreye girsin de bu işi çözelim” şeklinde değil. Herhalde bu konuda çok ciddi bir enformasyona sahipti.
Mesela bugün Akif Beki Karar gazetesindeki köşe yazısında https://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/imrali-notlari-kimlere-gitti-1602373 ‘’Öcalan’la heyetin görüşmesi 3 saat sürdü. Bahçeli’yle görüşmeleri 40 dakika sürdü. “O üç saatlik görüşmenin notları Bahçeli'ye iletildi mi? diye soruyor. Muhtemelen Bahçeli orada 3 saat boyunca konuşulan şeyleri Ekim ayında da pekâlâ biliyor olabilir. Bizlerin bilmediği, DEM Partililerin kısmen bildiği, ama detayını bilmediği bir hazırlık var. Hatta hatırlarsan, DEM Parti belli bir süredir, kayyum atamaları olduğunda da hep böyle ölçülü, çok dikkatli bir pozisyon aldı. Hatta 2023 seçiminden sonra ‘’üçüncü yol’’ çıkışı mesela öyleydi. Anladığım kadarıyla bir şeylerin hazırlandığını herhalde bir şekilde biliyorlardı. Şu anda biz de yeni yeni ucundan kenarından bir şeyleri öğrenmeye başlıyoruz. Ama bu ev hapsi, genel af konusunun böyle piyasaya sürülmesinin tesadüf olduğunu sanmıyorum.
Kemal Can: Bu dediklerinin hepsi ihtimal dâhilinde. En azından ben çoğu değerlendirmeyi özel bir bilgiye dayanarak yapmadığımı söyleyebilirim. Sürecin kendi içerisindeki aşamalar, o aşamalarda önümüze getirilen şeylerin birbiriyle bağlantısı ve nereye doğru evrilebileceği üzerine akıl yürütmeye çalışıyorum. Ama dediğin şeylerin hepsi geçerli olabilir. Çünkü kapalı bir süreç işliyor. Fakat şunu görüyoruz: Buradaki temel rota, alelacele, konjonktürel hem de nereye varacağı bilinmez birtakım şeyler karşısında panikle devreye alınmış, el yordamıyla yürütülen bir şey gibi görünmüyor. Yani her aşamasının hesaplanıldığı gibi gidiyor olması gerekmez, ama birtakım merhaleleri görülmüş ve ona göre birtakım şeyler hazırlanmış bir süreç gibi görünüyor bana.

Ruşen Çakır: Kemal, toparlayalım yayını. Atladığımız bir şey var mı? Aslında zaten belli bir süre hep bunu konuşacağız gibi görünüyor. Sen haftaya da Ankara'dasın galiba?
Kemal Can: Bakalım, belki haftaya dönebilirim, yayını İstanbul'dan stüdyodan yaparız.

Ruşen Çakır: Tamam, çok sağ ol Kemal. Tekrar iyi yıllar. İzleyicilerimize de teşekkür edelim, onlara da iyi yıllar dileyelim. 2025'in ilk Haftaya Bakış’ını burada noktalıyoruz. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
05.01.2025 Esrarengiz bir süreç üzerine notlar
03.01.2025 Haftaya Bakış (248): Yeni çözüm sürecinde neler olacak? | DEM Parti'nin temasları | Kürşad Zorlu'nun istifası
02.01.2025 Mümtaz'er Türköne ile söyleşi: "Bu sürecin en büyük kaybedeni AK Parti ve Erdoğan olur"
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
27.12.2024 Ruşen Çakır ve Kemal Can ile Haftaya Bakış (247): Asgarî ücret ve CHP’nin tavrı, Suriye’de Türkiye damgası, Gelecek ve DEVA’dan istifâlar
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı